Vakit Var
Daha!...
Bu yazıyı
hayatımdaki en büyük değerimi
kaybettikten sonra değil,
kaybetmeden önce önemini
kavramak ve güzel kişiliğinden
bana kattığı anlamları –hiç bu
kadar açık olmadığım kadar-
anlatmak için yazıyorum
babacığım…
Yaşamda ne
kadar zorlu yolların olduğunu;
her taşlı, dikenli yollara
rağmen, umutların filizlenmek
için açmayı beklediğini her
zaman anlatmak istedin bana.
Oysa o kadar çok işim, o
önemli(!) vaktimi ayıramayacak
kadar çok düşüncem ve uğraşım
oldu ki, zamanımı sana
ayıramazdım baba… Doğru
tercihleri, anlamlı düşünceleri
öyle bir sabırla anlatasın vardı
ki; benim asiliğim, hırçınlığım
bu tavrını, hep kendini haklı
çıkarmak için, üstünlük kurmaya
çalıştığım için böyle
düşündürttü…. Şimdi arkama dönüp
bakıyorum da,ne kadar da boşa
harcamışım o güzel yıllarımızı.
Sen ise hep sabırla bekledin
beni, sabır ve insanın içine
huzur veren o sukunetinle…
Seninle hiç gündelik dertlerimi
oturup konuşmadım, içimde
çözemediğim yaşam sorunlarımı
anlatmadım mesela. Her zaman
yüzeysel, mesafeli kaldık
baba!... Mesela koluna girip
şöyle ılık, rüzgarlı bir İzmir
havasında yürüyemedik. O sırada
devasa palmiye ağaçlarının
arasından tuzlu deniz havasının
ciğerlerimize çekemedik…
Saatlerce doyasıya konuşamadık,
mesela ya da hasta olunca hiç
sana ılık bir çorba yapamadım…
Çünkü senin hasta olduğunda işe
gitmeme gibi bir lüksün olmazdı
hiç. Çünkü sen babaydın, dağ
gibi arkamızdaydın, yıkılmazdın
baba…
Kızından
duyduğun o ergenlik çağlarına
özgü sert, acımasız, sitemkar
cümleler seni yok ederdi de bir
tek gözlerinde görülürdü o
kırılmışlık, o affeden
çaresizlik. Düşünüyorum da
gözlerine bakarak o kadar zor
muydu da anlayamadım o sessiz
çaresizliğini canım babam…
Ne çok
yaşamışlıklarımız var baba!...
Ne güzel tartışırdık seninle
siyaseti, ülkenin durumunu, ne
derinlemesine yorumlar yapardın
onca yıllık yaşamışlığın verdiği
tecrübeyle. Görüşlerimizin
ayrılığı bazen artsa da
saygısızlık etmezdik insanca
onurlarımıza. Çünkü; biz
duygularımızın uzaklığında
yakındık birbirimize,
kırılmayacak kadardı güçlü sevgi
bağımız… Sonra uzlaşırdık,
Atatürk! Derdik… ne büyük
adamdı! Anlaşıverirdik onun
yolunda, vatanseverliğimiz
birleştirdi düşüncelerimizi. Ha
bir de Beşiktaş’ın maçları vardı
tabii… O küçük oturma odasında –
eleştirerek hakemi, oyuncuları,
gülerek gözlerimizin içi,
seyrederdik maçları…
Ne çok
yaşanmamışlıklarımız var bir de…
Mesela hiç dillendiremediğimiz o
duygu yüklü sözcüklerimiz… Hep
anlaştık cümlelerin
derinliğinde, abartısız ancak
bizim anlayacağımız kadar sade
ve dolaysız… Şimdi sen “Az
zamanım kaldı, on bilemedin
yirmi yıl, geç kaldım sana
kızım” diyorsun. Biliyorsun ki
ben bu cümledeki her kelimede
yanıyorum, kalbimden bir parça
gidiyor sana doğru… Evet baba,
yalnız sen değil, biz geç kaldık
birbirimize. Gösteremedik bir
türlü sevgimizi birbirimize.
Oysa ne çok sevgimiz varmış
bizim, susamış gösterilmeye. Bir
senin geç kaldığını söyleyip,
artık göstermeye çalıştığın
sevgin var, bir de benim hala
sevgi kırıntılarımı dahi
gösteremediğim bir denizim var,
hep sana doğru benden…
Zamanının
azaldığını, benimle gurur
duyduğunu söylüyorsun baba.
Senin için daha bir şey
yapmadım- benim için onca şey
yapmışken- çaresizliğim boğuyor
beni babam… Yüreğimde sancılı
derin bir iz bırakıyor,
yaşanmışlıkların acısını
çektirmek istercesine… O sızı
büyüyor, baba… Azalmadı ki
zaman, daha vakit var, daha
erken be baba!... Gidemeyecek
hatta düşünmeye değmeyecek kadar
çok erken. Sen değil miydin,
umudun olmadığı yerde hayat da
olmaz, diyen? O zaman beni
bırakma; sensiz, umutsuz o
karanlık yarınlara. Hazırlanma
bu gitmek düşüncesine… Senden
aldığı o azim ve güvenle senin
gibi dimdik ayakta, Ankara’da,
senin canın hayatı öğreniyor
babacığım. Sen dua ederken benim
için her gün Allah’a, bu canın
da şükrediyor her gün böyle bir
babası olduğu için… Beni, ben
yapanın sen olduğunu bilmek ne
büyük bir huzur ve gurur kaynağı
bir bilsen…
Doğan her
gün senin varlığınla daha
aydınlık, daha umutlu… Söz,
bundan sonra her şey daha güzel
olacak ve söylenmemiş en anlamlı
sözcüklerim varlığında huzur
bulacak…
Vakit var
daha, yeter ki gitme baba…
Ömrümden ömür katsınlar ömrüne,
seni çok seviyorum, babacığım…
2009
Seda IŞIK
Ankara Üniversitesi
Veteriner Fakültesi
06-63 4/A